GÖZLÜK ÜSTÜNE...
I. Picasso, fotoğraf çektirirken -tabii gözlüksüz olarak- gözlerini objektife doğru kocaman kocaman açmayı sever. Dali ve daha birçokları öyle. Gözlük kullanmayan, ama fotoğraf çektirirken de gözlüğünü çıkartmayan sanatçıya az rastladığımı söyleyebilirim. Acaba ressam çevresini, gözünün herkesten daha iyi gördüğüne mi inandırmağa çalışıyor? 20.yy'ın büyük ustalarından pek çoğunun (sözgelişi Matisse'in) aşırı astigmat ya da hipermetrop olduğu için öyle resim yaptıkları bilinse bu bir skandal mı olur? Gözlüğün icadının ve 1300 sonlarında Batı Avrupa’daki yaygınlaşmasının, Rönesans bilimine ve özellikle görsel sanatlardaki teknik gelişmeye katkısı elbette tartışılamaz. Artık ustalar, daha iyi görebildikleri için 20-30 yıl daha uzun bir yaratıcı yaşam sürebiliyorlardı. Boya teknolojisi gelişti, ince işçilik gelişti. Ama acaba insanlık, Rönesans resminin temellerinin; ışık önünde her nesnenin bir gölgesi olduğunun ve nesnelerin uzaklaştıkça küçüldüğünün yeni mi farkına varıyordu? Görmek? Yorumu (yorum bence bir üslup sorunu değildir), yani görülenin bilginin süzgecinden geçmiş açıklamasını, katmaksızın görüp yapmanın -ya da benzetme sanatının diyelim- şaşırtıcı mükemmellikteki örneklerini Fayyum portrelerinde (Mısır M.Ö 100-M.S.200) gördük. Çizimiyle de, boyasıyla da, gölgeyi kullanımıyla da Dürer'le boy ölçüşecek portreler. Ne var ki, yapılır yapılmaz mezara gömüldüklerinden, var edilme amaçları bence ayrı biçimde tartışılmalıdır. (Orada usta, sadece ölümüz öte dünyada başkalarına karışmasın diye iyi görmek zorunluğundadır. Bir yaratıcı değil, icracı konumundadır). Var olanı görmek -ya da kendince görmek- kendi başına pek mi önemlidir? (Mesele görebilmek midir? Gerçi, Paris ekolünün mesleki retoriği içinde 'görme'yi bilmek ya da öğrenmek vardır. Vardır ama aramızda açık konuşalım; burada sadece yeni bir biçemsel çözüme gidebilmekten söz edilmektedir.) İyi sanatçı, aramızdaki en iyi gören kişi midir? Aydınlanmacı sanat nesnel olanın 'görülmesini' öylesine önemlieştirdi ki; sanatçı, düşünenden görene -beyinden retinaya- dönüştü. Artık, elbette gözlük kullanmaması düşünülemez. Peki ama gözlük gerçeği mi yoksa gerçekliği mi netleştirir?
II. Bilgeler 'gönül gözüyle görmek ‘ten, 'üçüncü göz ‘den, 'aklın gözü'nden boşuna söz etmemişler. Uygarlığın bütün büyük çağlarında sanat inançların, umutların, düşlerin, heyecanların insanların gönlünde nasıl biçimlendiğinin bilgisi ile yapıldı. Bireyin özgürleşme serüveni (ki birkaç yüzyıllık bir hikâyeden ibarettir) sanatçının toplumun estetik algılayış biçimlerinden bağışıklamasına ve giderek ona karşıt estetik normlar serdetme özgürlüğüne mi ulaşacaktı? Yani bu birey türü hem bilgiden uzaklaşacak hem de yepyeni estetik ölçütler üretecek? Avangardizm -bütün demodeliği ile- küçücük akademi öğrencilerine bunu vaaz etmiyor mu? 'Ben, ben olduğum için ve de sanatçı olduğuma karar verdiğim için nasıl görüyorsam öyle yapıyorum'. Gör bakalım, nasılsa gözlükler, hatta türlü renklerde üretilen lensler var artık. Hele lenslerin varlığı bile belli olmuyor. Peki ama, insanların ortak dramı nasıl biçimlenecek? Mercekler, lensler ifade özgürlüğüne ne katabiliyor? İfade, bu Hristiyan pozitivizminin görmeye dayalı bakış biçiminin kısıtlayıcılığından belki bir gün kurtulur. (Belki de Amerikan sanatının sürekli yakındığı tıkanıklığı da kültürünün fazlaca Hristiyan olmasındandır).
III. Gözlüklere sahip olduğundan bu yana sanatçı, sosyal tipoloji olarak, bilgiden, bilge kişiler çevresinden bu dönemdeki kadar uzağa hiç düşmemişti. Hiç bu kadar artist, hiç bu kadar mesleğinin cenderesindeki star tipi olmamıştı. 'Ben böyle görüyorum' diyebilmeyi, hem de bunu narsist bir manifestodan öte hiçbir şey içermeksizin diyebilmeyi becermesi, üstüne üstlük bir de bunu karizmadan sayması, uygarlık tarihi içinde hiç de eskiye dayanmaz. Düşüşün başlangıcı, gözlüksüz de görülebildiği gibi, Rönesans’tır.
Orhan Taylan Asmalımescit,
Şubat '01 Karsu Sergisi Kataloğu
|